En eskiler, tanrı olmayanlar bile, tanrıların boş, vakur, anlamsız bakışlarını çalmışlar.
Sonra, sefalet, ölüm, acıları üstlenen İsalar ve çarmıha gerilmesi için büyüttüğü çocuğu hareketsiz, mutsuz kucağında tutan Madonna. vebaya ve sefalete isyan ve Bosch ve sağlam basan Flemişler.
Hep devam eden ve edecek bir dolu geçim aracı portreler, yenileri modern kılıklı eskiler, en eskileri ise sadece oraları, buraları kırılmış çok eskiler.
O günlerin iki boyutluları hala iki, sahnelenen üç boyutluları ise boyutları sanal ağlarda kaybolmak üzere olan çevre dostu ortamlarda.
Fabrika görmediğinden (görmek istemediğinden,) rustik takılanlar yerlerini dünya savaşı öncesi, belli belirsiz, şeffaf ve pastel insanlar ve manzaralara bırakırken her iki grup da o insan ve manzaraların savaş gerçeğinde nasıl değişeceklerini tahayyül edemediler.
O gün, bugün ise mutsuz, köşeli, akan, kokan, kendinden ve herşeyden uzaklaşan, işkence ve ızdırap çekenler ve beşyüzyıl öncesinin İtalyan ve İngiliz ile ikiyüzyıl öncesinin Fransız sahne kahramanları ve pürahengi renk ve çizgiler birbirleriyle hiç mi hiç anlaşamadan duvarları, ekranları, meydanları paylaştılar. Aralardaki tek tük naifler, günümüzün, değer ve düşüncelerden arıtılmış organik ve inorganik mekanlarını minimize edenlere öncülük yaptılar.
Sadede gelince, Sanat, ya ‘sanat içindir’, ya ‘halk içindir’, ya da ‘parasını verenler içindir’. Hatta, hepsi de olabilir veya hiçbiri de olmayabilir. İsterseniz sorun Leonardo’ya, Gaudi’ye filan; yaşayan veya yaşamayan hepsine. Cevaplarının ne olduğu ne fark eder.
Ahmet C. Çelebiler
Şubat, 2007
No comments:
Post a Comment